2 Ocak 2011 Pazar

Ufuk Uras'ın 2011 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın 28. Maddesi Üzerine Yaptığı Konuşma

Sayın Başkan, değerli vekiller; bütçe görüşmelerinin sonuna doğru gelirken, bu görüşmelerle ilgili genel olarak izlenimlerimi sizle paylaşmak istiyorum.

Sayın Bakana geçen gün takılmıştım, erkeklerden oluşan bir heyet diye. Bir rötuş yaptı ama çok değişen bir şey yok. Bu "devlet ricali" lafı -rical, adamlar demek- devlet adamları lafından mütevellit, hep böyle bir erkek egemen dünyada yaşamaya devam ediyoruz.

Çoğulculuk, bütçe görüşmelerinde tabii önemli. Farklı görüşlerin olması, çok seslilik bir insani, siyasi olgunlaşmayı gerektiriyor ama çok seslilik yüksek seslilik anlamına gelmiyor. Zaman zaman bizim BDP Grubuna yüksek sesle seslenen vekillerimizi gördüğümde, aklıma hemen Hemingway'in bir hikâyesi geliyor. Konuşma yaparken kenara yazarmış "Burada fikirler zayıf, burada yüksek sesle konuşulacak." diye. Bu zayıf fikirler her zaman bizim gruba yönelik olduğu zaman gündeme geliyor ama zihnimizdeki hapishanelerin sorgulanması açısından, insanlıktan umudu kesmemek gerekiyor.

Bütçe dediğiniz aslında kaynakların yeniden yapılandırılması faaliyeti. Sık sık "Nerede o eski bütçe?" diyen arkadaşlarımız bilmeli ki "Bütçe tartışmaları." diyen arkadaşlarımız bilmeli ki kamu kaynakları neoliberal politikalar nedeniyle eridikçe bütçe tartışmalarının da eski ağırlığı doğal olarak kalmıyor çünkü tartışılacak bir kamusal alan giderek eriyor. O yüzden, neoliberal bir bütçe yerine sosyal bir bütçeyi savunmak, aynı zamanda sosyal bir ekonomiyi, dayanışma ekonomisini savunmak anlamına geliyor.

Bütçe tartışmaları bizim açımızdan aynı zamanda harcama ve gelir önceliklerinin de tartışılması demek oluyor. Toplumun çoğunluğun aleyhine olan tercihler nedeniyle görüyoruz ki sosyal devletin çöküşü aslında insanın çöküşüdür. İlk on altı ekonomi arasına girip Birleşmiş Milletler İnsani Yaşam Endeksi'nde 83'üncü sırada olmamızın nedeni aslında bölüşüm politikalarına ilişkin tercihlerin vahim sonucundan dolayı oluyor. Dengeli bölüşmeyen bir toplumun bütün dengelerinin bozulduğunu görüyoruz. Bütün kamusal yükümlülüklerin piyasaya devredildiği bir ortamdayız. Unutmayın ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 23'üncü maddesi "Her insanın çalışmaya, mesleğini seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarında ve eşitsizliğe karşı korunmaya hakkı vardır." demektedir. Yani insani siyasi haklarla sosyal ve iktisadi toplumsal taleplerin ne kadar iç içe olduğunu gösteren bir örnektir bu.

Sevgili Mina Urgan "Bir Dinazorun Anıları" kitabında trenin camından bakarken gördüğü yoksul bir kızla kurduğu empati nedeniyle ve benzeri örneklerle açıklar niye tercihinin emekten, eşitlikten ve soldan yana olduğunu. Empati yeteneğini yitirmemek önemlidir. Belki bu şekilde her mücadele de kazanılmayabilinir ama mücadele etmeden kazanmanın mümkün olmadığını biliyoruz.

Amerika'da bir siyahi diyor ki: "Biz işsiz kaldığımızda bize 'tembel' diyorlar, beyazlar işsiz kaldığında bunun adı 'ekonomik kriz' oluyor." Tekel işçileri de "Bize 'marjinal' dediler ama sonunda orijinal olduk." demiyorlar mıydı? Yılmaz Güney "Arkadaş" filminde bir karakterine "Çalışanların hâlinden çalışmayanlar anlamaz." diyordu. Burada ideolojiler ve hayatın neresinde olduğumuz son derece önemli. Sözü örgütlemenin kendisidir aslında politika. Bizim bu mücadelemizin bir tarihi var. Ta Meşrutiyet Döneminde Meclisi Mebusan da Cavit Bey Osmanlı'yı yedi düvele peşkeş çekme konuşmaları yaparken, örneğin Ermeni sosyalist Mebus Zoraf Efendi önerdiği vergi politikalarıyla toplumun çıkarını özel olarak savunarak kendi özgün farkını ortaya koyuyordu o Meclisin iş birlikçileri karşısında ama gene İttihat Terakkinin tehcirinden ve zulmünden maalesef kurtulamadı.

Bugün, bakıyorum, kapitalist modeli benimseyen partiler farklı nüanslarla bu bütçe görüşmelerinde de aynı zeminde siyaset yapıyorlar. Daha üç gün öncesine kadar Kemal Derviş'in modelini bütün bu siyasi partiler -BDP Grubu hariç- sırasıyla uygulayan partiler değil miydi? Kimisi güler yüzlü olanı, kimisi vahşi kapitalizmi savunuyor ama nihai olarak kapitalizmi savunuyor. Kapitalizmi itiraz etmeden, nasıl muhalif ve solcu olunur, doğrusu ben bilemiyorum. Rosa Luxemburg kapitalizmi tanımlarken, "kendi kuyruğunu yiyen yılan" olarak tanımlıyordu. Ekonomide bir yatay iş bölümü var, kimisi bakkal, kimisi tellak vesaire, bir de dikey bir iş bölümü var. Dikey iş bölümü bizi ekonomik süreci denetleyen bir sınıf gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor.
Bir sosyalist olarak beni sizden farklı kılan temalardan biri de, ekonomiye bakarken merkeze artı değer sömürüsünü koymamızdır. Artı değer, emekçinin kullanım değeriyle değişim değeri arasındaki farktır. Ödenmemiş emeğin maddeleşmesidir artı değer. Artı değere kim el koyuyor sorusu, iktisatta en temel sorudur. Liberal ekonomik modele itirazımızın ve ekonomide demokrasi ve katılım bütçesini savunmamızın temeli de zaten bu analize dayanır.

Zaman zaman AKP'nin gizli gündemi olduğu iddiası üzerine siyaset yapanlar da bilmelidir ki, AKP'nin var olan gündemi zaten yeterince muhalefet etmek için çok geniş bir malzeme bize sunmaktadır. Ayrı bir dedektiflik mesaisine gerek var mıdır, bilemiyorum. İşte BDP'ye ilişkin hazine yardımı konusunda alınan gayriadil tutum. Şimdi, adil bir seçimden mi yana olacağız önümüzdeki süreçte, yoksa "adil"in "l"si düşüp her türlü "adi"liğin serbest olduğu bir zeminde mi önümüzdeki süreçte siyaset yapacağız?

Zaman zaman Mecliste yapılan konuşmalardaki mantık ve analiz hatalarını toparlıyorum. Neredeyse bir on ciltlik bir külliyat oldu. Mesela Başbakan Erdoğan'dan başlayalım. Bütçe görüşmelerinde dedi ki: "Koyun bile güdemeyenler toplumu yönetemezler." Bu cümleden birkaç sonuç çıkarılabilir. Bir tanesi, koyun güden toplumu yönetebilir. İşte Sülü, Süleyman örneğine falan baktığımızda doğru mu, değil mi takdir sizde. İki, toplumu yöneten iyi koyun güdebilir. Onu da bilemiyorum. Üç, koyun gütmeyle toplumu yönetme arasında analoji yapanlar, bilinç altlarında acaba koyun gibi toplumu da güdecek bir nesne gibi mi algılamaktadırlar sorusunu mutlaka sormalıyız. Denilebilir ki ne güden ne güdülen; insanca, özgür, hakça, demokratik bir düzen talebi geleceğimizi şekillendirmelidir.

Sosyalizm bayrağını devralmaktan her zaman onur duyduğumuz Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, bu kuzu-koyun mevzusunda "Kuzu postuna bürünenler ancak koyunları kandırabilir." diyordu. O yüzden, galiba, bütün bu bütçe görüşmelerinde, İbni Mukaffa'nın dediği gibi belagat uğruna fesahati, yani gönül açıklığını hiçbir şekilde kaybetmemek gerekiyor."

Ana muhalefet partisine dönelim. Sayın Kılıçdaroğlu, bütçe konuşmasında "İstihdam yaratmayan büyüme bir bizde var." demişti. Hâlbuki başta Almanya olmak üzere bütün batı kapitalizmindeki bu yapısal sorun üzerine devasa bir külliyat bulunmaktadır. Gruptaki akademik iktisatçılar aslında bunu çok iyi kendileri de bilirler. Nietzsche, ineğin huzurunu, hatırlama yetisinin olmamasına bağlar. O yüzden hep hatırlayıp kapitalizmin bu yapısal krizleri konusundaki analizlerimize dikkat ederken, sermayenin küresel saldırısı karşısında ulus eksenli değil, emek eksenli bir mücadelenin önemini de unutmayalım. Tarık Ali, bu yüzden, Medeniyet Çatışması kitabında aptalların antiemperyalizminden bahsetmektedir. Ne demektir bu? Emperyalizm, sermaye ilişkilerinin yaygınlaşması ise, antiemperyalizm otoriter militarist bir devlet hükümranlığından yana olmak anlamına gelmez; despotik devlet yapısı, ulus devlet diye savunulamaz. O yüzden militarizmin, savaşın değil, barışın bütçesini inşa etmek de bir politik tercihtir. Söylediklerinizle yaptıklarınız arasında o yüzden fark olmamalıdır. Batılıların "�"(x) dedikleri, "kirala ve at" dedikleri taşeronlaştırma karşısında, iktidarıyla muhalefetiyle taşeron işçiler konusundaki duyarlılığınızı elinizdeki yerel yönetimlerden başlayarak göstermek gerekmez mi? Kendi genel merkezlerindeki hizmetleri bile taşeron şirketlere veren partilerin listesini şimdi sıralayıp sizi mahcup etmek istemem. O yüzden, bizim hem bireysel yoksulluk hem kamusal yoksullukla ilgili önceliklerimizin değişmesi gerekmektedir. Unutmayalım, disneylandlarda, lunaparklarda, o şamatanın içinde sendikaların olmadığı gerçeğini gizleyen bir ideolojik hipnoz hayatımızın bir hakikati olarak önümüzde durmaktadır.

O yüzden "devir ideoloji devri" deyip fiilen kapitalizmin propagandasını yapan vekillere inat, inadına eşitlik, inadına demokrasi, inadına sosyalizm, inadına barış, inadına "�"(xx)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder