2 Aralık 2010 Perşembe

Meclis Konuşması: Anti-Personel Kara Mayınları ile ilgili Ottawa Sözleşmesi'nin Türkiye'de yürürlüğe Girişinin Altıncı Yılında Gelinen Aşama

TBMM Genel Kurul’unda Anti-Personel Kara Mayınları ile ilgili Ottawa Sözleşmesi'nin Türkiye'de yürürlüğe Girişinin Altıncı Yılında Gelinen Aşamaya İlişkin Yaptığım Gündem Dışı Konuşma

2 Mart 2010

Sayın Başkan, değerli vekiller;

Gerçi konumuz kara mayınları ama demokrasinin mayınlarından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Hafta sonu, 28 Şubat postmodern postal girişiminin ertesinde; bugün, 2 Mart 94 yani DEP'li parlamenterlerimize yönelik darbenin yıl dönümünde, halkın iradesi önündeki her engele karşı kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğimizi bir kere daha ifade etmek isterim.


Bu arada, EGEÇEP tarafından verilen "Yaşam Savunucusu Politikacı" ödülü için de teşekkür ediyor, buradan Egeli çiftçilere ve çevrecilere selamlarımızı sunuyorum. Biz her zeminde ölüm karşısında yaşamı, savaş karşısında barışı kararlılıkla savunacağız. İnatla bunu anlamamaya çalışan kem gözlere, mühürlenmiş yüreklere karşı barış politikalarımızı anlatmayı sürdüreceğiz.

Bu çerçevede, Mayın Yasaklama Anlaşması anti-personel kara mayınlarının kullanımını, depolanmasını, üretimini ve devredilmesini yasaklıyor. Bu, insani amaçlı bir anlaşma olup yeni mayın kurbanlarının olmasını engellemek, var olanlarını yeniden topluma kazandırmayı hedeflemektedir ve taraf devletlere iki tür yükümlülük getirmektedir: Tüm mayınların imhası ve mayın kurbanlarının sosyal ve ekonomik olarak topluma yeniden kazandırılması, bakım ve rehabilitasyonlarının sağlanması.

Mayınların imhasına ilişkin olarak taraf devletlerin, dört yıl içinde stoklarındaki mayınları imha etmesi, on yıl içinde de toprağa döşeli tüm mayınları temizlemesi gerekmektedir. Tabii bizim çağrımız, aynı zamanda devlet dışı siyasi aktörleri de kapsamaktadır.

Türkiye'ye bakıldığında, sözleşmenin yürürlüğe girdiği 1 Mart 2004 tarihinden itibaren artan ölüm vakaları, yükümlülüğün ne oranda yerine getirildiğini göstermektedir. 2004'de Türkiye'nin stoklarında 2 milyon 973 bin 481 adet mayın bulunuyordu, anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten 1 Mart 2008 tarihine kadar stoklarını imha etmesi gerekiyordu. Türkiye'nin şu anda stoklarında 1 milyon 702 bin 982 mayın bulunuyor. Stoklarındaki mayınları imha etmediği sürece Hükûmet anlaşmayı ihlal etmiş bulunuyor.

2004 yılında Türkiye'nin mayın döşeli olduğu bilinen yerlerde 920 bin 80 adet, mayın olduğundan şüphe edilen yerlerdeyse bilinen 687 ve üzerinde mayın olduğu açıklandı, 353'ü imha edildi. 2008 yılında toplam 981 bin 778 adet döşeli mayın bulunduğu bildirildi, 999'u imha edildi. Türkiye'nin toprağa döşeli tüm mayınlarının 2014 yılına kadar imhasının tamamlanması gerekmektedir. Gelinen süreçte imha edilen sayı yetersiz kalmaktadır.

Türkiye, 2004 yılında bütün mayın alanlarının uluslararası standartlara uygun olarak çitlendiğini ve işaretlendiğini, hem çitlerin hem de tehlike işaretlerinin periyodik olarak kontrol edildiğini, ayrıca bütün mayınlı alanların bekçiler tarafından 24 saat izlendiğini belirtti, ancak bu konuda alınan önlemlerin belirtilen düzeyde olmadığını görüyoruz. En vahim durum ise hiçbir işaretin bulunmadığı mayınlı alanlar. Bu alanlarda mayın bulunduğunu, ancak olay meydana geldiğinde, yani bir kişi uzuvlarını veya yaşamını kaybettiğinde öğreniyoruz. Hükûmet, 2004 yılında halkın uyarıldığını ve bilgilendirildiğini bildirdi, ancak mayınlı alanlarda yaşayan halkla, yerel yönetimlerle ve pek çok muhtarla yapılan görüşmelerde, bu konuda kendilerine bilgi verilmediği belirtilmiştir.

Türkiye'de, mayın vakalarına ilişkin veri toplama mekanizması da bulunmamaktadır. Sağlık Bakanlığı, başlattığı programla, mayın olaylarının kaydedileceğini bildirmiş olmasına rağmen, bilgi edinme başvurusu ve verdiği bir yanıtta "Bakanlığımızda konuyla ilgili bilgi ve belge bulunmamaktadır" demektedir.

Sivil toplum kuruluşları ve medyada çıkan haberlere dayanılarak oluşturulan verilere göre, 2005 ile 2008 arası her yıl 150 ile 200 arası, mayın ve patlamamış askerî mühimmat nedeniyle insanlar yaşamını yitirdi ve sakatlandı. Tahminler, kesin rakamların da çok daha yüksek olduğu yönündedir.

Mayın kurbanlarına gelince: Türkiye'nin 2004 ve 2008'de verdiği Şeffaflık Raporu'nda Silahlı Kuvvetler personeline ilişkin rehabilitasyon, tazminat ve bunlara bağımlı kişilerin istihdamı yer almıştır. Aynı raporda sivillerin de askerî hastanelerden yararlanabileceği belirtilmiş ancak buna dair ayrıntılı bilgiye yer verilmemiştir. Siviller kaderlerine terk edilmektedir. Hayatlarının geri kalanını ailelerinin, yakınlarının yardımıyla sürdürüyorlar, iş bulamıyorlar ve toplumsal hayata katılamıyorlar.

Öğrencilerin pek çoğunun eğitim hayatı da olayla birlikte sona eriyor. Haklarının neler olduğu ve ne tür yardım alabileceklerine ilişkin bilgi hizmet birimleri de bulunmuyor.

Sonuç olarak: Hükûmet hemen stoklardaki mayınların imhasına ilişkin bir tarih vermeli, Hükûmet 2014 yılına kadar toprağa döşeli mayınların temizlenmesine ilişkin program ve takvimini açıklamalı; mayın kurbanları ve ihtiyaçları için bir araştırma başlatılmalı, mayınlı alanlarda yaşayan halk mayınlar konusunda uyarılmalı ve bilgilendirilmeli, mayın kurbanlarının topluma yeniden kazandırılmasına yönelik programlar oluşturulmalıdır.

Son beş yıla bakınca, katetmemiz gereken uzun bir yol, halletmemiz gereken pek çok sorun vardır. Burada sözleşmenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde en çok Mecliste bulunan milletvekillerine, yerel yöneticilere, sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya büyük sorumluluklar düşüyor.

Marks'ın tezi: "Bugüne kadar hep dünyayı yorumlamakla yetinildi, aslolan onu değiştirmektir." Şimdi, sözden çok icraat zamanıdır.

Saygılarımı sunuyorum.

Ufuk URAS
İstanbul Milletvekili

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder