2 Aralık 2010 Perşembe

Meclis Konuşması: İşte Taksim işte 1 Mayıs' diyenler bir tabuyu daha yıktı

TBMM Anayasa Değişiklik Paketi Genel Kurul Görüşmeleri 
2. Tur 5. Madde Üzerinde Ufuk Uras'ın Yaptığı Konuşma

02 Mayıs 2010

            Sayın Başkan, değerli vekiller; 

Ben de, bu hafta içinde yitirdiğimiz gençlerimizin yüreğimize düşürdüğü ateşle ailelerine başsağlığı, yakınlarına sabır diliyorum. Bir an önce şiddetten arınmış bir toplumu elbirliğiyle inşa etmemiz gerektiğinin altını işaret ediyorum. Odunlar dışarıdan içeri, yıldızlarsa içeriden dışarı yanıyor. O yitirdiğimiz yıldızların geleceğimizi aydınlatmasını diliyorum.



Diğer yandan, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın tıpkı "Nevroz" gibi bir şenlik, karnaval havasında tüm yurtta kutlanmasının mutluluğunu da hep birlikte yaşıyoruz. "Nerede kalmıştık" deyip, "İşte Taksim işte 1 Mayıs" diyen sevgili işçi arkadaşlarımızı kutluyorum. Kontrgerillanın kurbanlarını da bir kere daha sevgi ve saygıyla anıyorum. Meydan yasağından bayram yasağına 12 Eylülün bir tabusunun daha kalkmasında katkısı olan herkese başta emek örgütleri olmak üzere teşekkür ediyorum.

Murathan Mungan; "Ne geçmiş tükendi ne yarınlar" diyordu; neoliberalizmin ağır sikletle toy siklete aynı kuralların uygulanması anlayışı bugün küresel kriz ortamında daha da rahatlıkla sorgulanabiliyor, 1 Mayıs'ta her yerde bunun sorgulandığını gördük. Sendika hakkının en temel hak olduğunu biliyoruz. Siyasette kuraldır, örgütlüler örgütsüzleri yönetir, örgütsüz olanların da aslında şikâyet etmeye bile hakkı yoktur. En temel hak olan sendikal örgütlenme ve seçimlerde siyasi tasallutun olmaması gerekiyor. Bize gelen en çok şikâyetler, sendika üyeliği nedeniyle yaşanan mağduriyetler üzerine. Dün 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda benzer şikâyetleri aldık. O yüzden ILO sözleşmelerinin bu değişikliklerde esas alınmasını diliyoruz.

Üçüncü Murat, zamanında "Ziyade yevmiye talep edenlerin hakkından geline" demişti, bu gelenek bir şekilde bir sınıf refleksiyle devam ediyor.

Dünya yalnızca kapitalistlere ait değil. İnsanın hak edip de elde etmediği olan artı değer sömürüsü sürdüğü, insanın insanı sömürmesi sürdüğü müddetçe toplumların daha adil düzenlenmesi mücadelesi de, demokratik ve özgürlükçü bir sosyalizm arayışı da sürecektir. Bu solculuğun, mumyalanmış firavun solculuğuyla karşılaştırılmaması gerektiğini biliyoruz.

Umutsuz insan mutsuz insandır. "Bu toplumdan bir şey olmaz." demek, "Benden bir şey olmaz." demek anlamına gelir. Umutsuzluk, insanı itiraz etmekten, muhalefet etmekten uzak tutar. Bu ülkenin eşit yurttaşları olma mücadelesi önümüzdeki süreçte de devam edecektir. Yoksulluğun ve işsizliğin alın yazımız olmadığını biliyorum.

Ece Ayhan bir şiirinde "Silgiler silerken de silinir." diyordu. Bir şeyleri silerken kendimizin de silinme riskini unutmamamız gerekiyor.

Var olan içinde çözüm arayışları, arayışları da var olana tabi tutuyor.

Bildik olanı aşmak zor, bildik olana dönmek kolaydır.

Biliyoruz ki Kopernik devrimiyle dünyanın evrenin merkezi olmadığı anlaşıldı. Siyasette de bir Kopernik devrimine ihtiyaç var. Bu gözüküyor. Kendimizi siyasetin merkezine koyduğumuzda herkesin ona tabi olduğunu zannetmeye başlıyoruz.

Anayasayı çöle benzetecek olursak, kumulların yer değiştirmesi çölün kendisinin de değişmesi anlamına gelmiyor.

Unutmayalım ki dolap beygirlerinin en büyük özelliği hep aynı yerde döndükleri hâlde yol aldıklarını sanmalarıdır.

Karanlıkta filin tarifi gibi, filin kıllarıyla, ormanın salt ağaçlarıyla izah edilemeyeceğini de biliyoruz.

Siyasette "Armut piş ağzıma düş." yoktur.

Tanpınar "Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız." diyordu. Kendi masalımızı kendimiz dinleme hâlinin dışına bir an önce çıkmamız gerekiyor.

Teller koptuktan sonra düğüm atsak bile sesler bozuluyor.

Kökler hasta olunca, dalları budamanın da yararı olmuyor.

Siyasi gelenekler hep darbelerle iğdiş edildiğinde, siyasette de hep küllerimizden yeniden doğduk diyoruz ama küllerden artık doğmak istemiyoruz. Küllerden bir şey olmadığını görüyoruz.

Balığın hafızası üç saniye olduğundan, dördüncü saniyeye geldiğinde ilk saniyeyi unutuyor. Bu unutkanlık yüzünden hep büyük balıklar küçük balığı yutuyor. Unutmayalım ki insanlar da derin sularda değil, sığ sularda bulunuyorlar.

Hepinizin bildiği bir hikâyedir: Öksürüğü yüzünden doktora giden hastaya müshil ilacı verince, hasta "Ne alakası var?" diye sorduğunda, doktor "Sıkıysa şimdi öksür." diyor. Şimdi, siyasette de böylesine tersine süreçlerden meseleye bakmamalıyız. Unutmamalıyız ki, parça, bütünün bir bölümüdür ve parça, bütünden büyük olamaz. Dolayısıyla her bir parça önemli olmakla beraber, bütününe bakmak gerek. Mizah dediğimiz şey, insanın kural dışı şeylere gülmesi ama insanlar kural dışı şeylere gülerken kendi kurallarımızla gülebilseler, egemenlerin ve özellikle 12 Eylül egemeninin işini daha da zorlaştırabilirdik diye düşünüyorum.

Deniz sakinken dümeni herkes tutuyor. Siyasette, önemli olan, fırtınalı ortamlarda nasıl davranıldığıdır. Hep gördük, sistemden beslenenler sistemi değiştiremiyorlar. Seçim Yasası'nı da bu yüzden değiştiremiyorlar, Siyasi Partiler Yasası'nı da bu yüzden değiştiremiyorlar. O yüzden, Marks, 18 Brumaire'de "İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar ama keyifleri istediği gibi yapmazlar. Kendi seçtikleri koşullar altında değil, doğrudan bulunan verili ve geçmişten aktarılan koşullar altında yaparlar." diyordu. Siyasette keyfî, keyfimizce davranmayalım. Başta emek örgütleri olmak üzere, önerilere kulak verelim. Sendikalar üzerindeki siyasi tasallut ve yönlendirmelere böylece hep birlikte son verebiliriz diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.

Ufuk URAS
İstanbul Milletvekili

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder