18 Haziran 2009 Perşembe

Ufuk Uras'ın TBMM Genel Kurulunda Gündem Dışı Yaptığı 15-16 Haziran İşçi Direnişinin Yıl Dönümü Hakkında Konuşma

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 15-16 Haziran İşçi Direnişinin Yıl Dönümü Nedeniyle Gündem Dışı Yaptığım Konuşma

18 Haziran 2009 Perşembe

Sayın Başkan, değerli vekiller;

15-16 Haziran işçi direnişinin yıl dönümü nedeniyle konuşmak istedim.

O günlerde işçiler sosyal, sendikal ve ekonomik haklarına sahip çıkmak amacıyla sokağa döküldüler. Haklıydılar çünkü sendika hakkı olmayan, sosyal hakları budanan insanlar çağ dışı koşullarda daha fazla çalışmak istemiyordu. Tepkilerini ve taleplerini sokakta gösterilerle dile getirdiler. Aradan otuz dokuz yıl geçti, bugün Türkiye’de hâlen sendikal hak ve özgürlüklerin yetersizliği, var olan yasaların engelleyici özellikleri tartışılıyor.

Bakın değerli milletvekilleri, Türkiye bir süre önce Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Aplikasyon Komitesinin sendikal haklar konusunda sakıncalı ülkeler listesine girdi. Aplikasyon Komitesi ILO’nun 87 sayılı Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi’ne ilişkin ihlaller gerekçesiyle gündeme aldığı Türkiye’yle ilgili görüşmelerin ardından bir sonuç raporu açıkladı. Raporda sendikacıların örgütlenme ve ifade özgürlüğünün, temel özgürlüklere saygının, örgütlenme özgürlüğünü kullanmanın temel şartı olduğu vurgulandı. Komite, gerekli düzenlemelerin vakit geçirmeksizin gerçekleştirilmesini, yasaların ve uygulamaların ILO sözleşmelerine uyumlu hâle getirilmesini istedi. Komite, Hükûmetten sözleşmelerin uygulanması için gerekli olan anayasal değişiklikleri de hızlı bir şekilde gerçekleştirmesini istedi. Peki, herhangi bir hareket var mı? Yok. Peki, görünürde herhangi bir niyet var mı? O da yok. Türkiye, ILO toplantılarında Belarus, Kolombiya, Guatemala, Myanmar, Pakistan, Filipinler, Swaziland gibi son derece geri demokratik işleyişe sahip ülkelerle beraber tartışılıyor. Hükûmet Türkiye'nin bu durumda olmasına seyirci kalıyor. Neden? Çünkü konu çalışanların, işçilerin hakları olduğunda Hükûmetin gözü kapanıyor, kulakları duymaz oluyor.

ILO organlarının ve pek çok uluslararası kurumun belirttiği gibi, Türkiye’de sendika yasaları ILO sözleşmeleriyle uyum içinde değildir. Temel sendikal hak ve özgürlükler yoğun baskılar altındadır. Geçtiğimiz iki yıl içinde Hükûmet sürekli olarak Sendikalar Yasası’nda reform yapılacağına dair sözler verdi ama sözünü tutmadı. Hükûmet gerekli yasal düzenlemeleri yapmamayı ısrarla sürdürüyor. Üstelik yasa tasarısının son hâli de ILO kriterlerine uygun değildir.

2002 yılından bu yana Hükûmet, Anayasa ve sendikal yasalarda yer alan sendika ve emek karşıtı hükümlere dokunmuyor. Bunları olumlu yönde değiştirmek bir yana, geri adımlar atıyor. Yasal değişikliklerin yapılmaması nedeniyle DİSK ve FERPA üyesi Emekli-Sen hakkında kapatma kararı veriliyor, Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen hakkında kapatma davası sürüyor, Uluslararası Çiftçi Örgütü -Via Campesina- üyesi Çiftçi-Sen mahkeme kararıyla kapatılıyor. Geçtiğimiz haftalarda KESK genel merkezi jandarma tarafından aranıyor, aralarında yöneticilerin de bulunduğu KESK’ler tutuklanıyor. Tekstil-Sen’in davası sürüyor. Emekli-Sen kapatılmak isteniyor. Yüzlerce işçi, sendika çalışmaları nedeniyle işten atılıyor. Hükûmet, tüm bunlara seyirci kalmayı sürdürüyor.

Sonuç olarak, Türkiye, sendikal haklarda temel uluslararası insan haklarının çok uzağındadır. Ama iş bununla da bitmiyor. Hükûmetin bu konudaki sabıkası kabarık. Avrupa Birliği müktesebatının üstlenmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı Taslağı’na hiç göz attınız mı? Durum burada vahimin de ötesindedir. AKP yeni Ulusal Program Taslağı’nda da makyajla yetiniyor, oyalamaya devam ediyor.

Bilindiği gibi, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin son fıkrası, onaylanmış uluslararası insan hakları sözleşmelerinin iç hukuktan üstün olduğunu saptıyor. Bu nedenle, bu sözleşmelere aykırı ulusal yasaların uygulanmasında uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle bu konudaki içtihat esas alınmak zorundadır. Ancak bu, sadece sanıldığı gibi yargının da sorunu değildir. Anayasanın bu kuralı yürütmeyi de bağlıyor. Oysa Hükûmet, uluslararası insan hakları hukukunu değil bu hukuka aykırılık taşıyan ulusal yasaları esas alıyor. İşte, sendikal haklar bunun en açık örneğidir. Kamu çalışanlarının sendikal haklarının tanınmaması, grev erteleme ve yasakları, emeklilerin ve öğrencilerin sendikalaşmasının engellenmesi örnekleri ortadadır.

Bilindiği gibi Ulusal Program, AB mevzuatının ülke içi hukukuna hangi sürede ve hangi yasal araçlar kullanılarak aktarılacağını gösteren belgedir. Ulusal Program, aday ülkenin hükûmeti açısından bir niyet ve irade beyanıdır. Bu açıdan da ele alındığında, Türkiye’nin son Ulusal Program Taslağı’nda AB sürecinde…

En uyumsuz alan olan sendikal haklar son derece sınırlı şekilde yer alıyor. Ulusal Program Taslağı’na biraz dikkatle baktığımızda sendikal hak ve özgürlüklerde anlamlı hiçbir ilerlemenin olmadığı görülüyor. Taslağın en kritik bölümü olan “Siyasal Kriterler” başlığı altında sendikal haklara üç, dört satır ayrılmış ve oldukça düşük profille yer verilmiş durumda.

15-16 Haziran işçi direnişinden otuz dokuz yıl sonra hâlâ aynı konuları tartışıyoruz. Ülkeyi yönetenlerin, ücretli çalışanlar, işçiler, emekçiler, sendikalara bakışları onca yıl geçmesine rağmen değişmemiş, 70’lerdeki zihniyet neyse 2009’lardaki zihniyet de bu konuda aynen sürüyor.

Hükûmete soruyoruz: Bu iddialar doğru değilse sendikal alanda AB’ye uyum sürecinde ve ILO sözleşmelerine uyum hakkında ne yaptınız, ne yapacaksınız, en önemlisi ne zaman yapacaksınız?

Ufuk URAS İstanbul Milletvekili

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder