30 Eylül 2009 Çarşamba

Özgürlükçü bir Avrupa için

Özgürlükçü bir Avrupa için

29 Eylül 2009 Salı

AB’yi dönüştürmek elbette kolay değil. Ama toplumda bir ilişki ağının dönüştürülemeyeceği iddiası, bir anlamda Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezini Avrupa ekseninde kabullenmek anlamına gelir.

AB’nin sermayeyi, Avrupa emekçileri aleyhine kuvvetlendirmesi karşısında, yani sermayenin egemenliğindeki bir Avrupa’ya karşı, emeğin Avrupası, dayanışmacı ve sosyal bir Avrupa yapılanması ve birleşik bir mücadele arayışı yoğunlaşmak zorunda.

Emeğin ve dayanışmanın Avrupa’sının inşasında, AB’deki sermaye egemenliğine karşı, ‘Başka bir Avrupa’nın savunulmasının önemi vardır.

AB’nin tüm ülkeleri ve aday ülkeleri için örneğin standart bir asgari ücret ve işsizlik sigortası, serbest dolaşım hakkı, göçmenlere seçme ve seçilme hakkı, Avrupa’nın silahsızlanması, üslerin ve nükleer silahların kaldırılması, dünya ülkelerinin borçlarının iptali, ortak sendikal yapılar altında birleşme ve daha birçok talep Avrupa’nın kapitalist birleşmesine karşı bir seçeneğin ilk adımları olabilir.

Yeni bir Avrupa arayışını, seçkinci, teknokratik bir reel AB’ye karşı, aşağıdan diplomasi girişimi olarak da değerlendirmek gerekir.

‘Başka bir Avrupa için’ mücadele, dün İspanya’da Franko vatanseverliğine karşı Uluslararası Tugayların yaptığı enternasyonalist mücadelenin bugünkü karşılığıdır.

VATANSEVER DEVLETSEVERLİK

Adana yöresinde “fak” tuzak anlamına gelir, “faka basmak” da tuzağa düşmek oluyor. Yeni-liberal AB projesine karşı, “vatanı sattırtmayız” merkezli tepki üzerinden büyümeye çalışanlar, milliyetçi travmanın tuzağına düşmüşler, yani faka basmışlardır.

Bağnazlık insanın kendini ikna etme biçimidir. Dostoyevski’nin çok iyi ifade ettiği gibi: ‘En çok inananlar en az inananlardır.’

Solcuların emperyalizme itirazı, dünyada yarattığı tahribata ve aynı zamanda içsel bir olgu olmasına yönelik teorik ve politik analizlere dayanır, konunun vatani ve folklorik güzellemelerle ilgisi yoktur.

Yurt ya da vatanın siyasi karşılığı ‘ulus’ devlet olmaktadır. Gerçi bizim kuşak 70’lerde devletin sıfatı konusunda, bu tür devletin sınıfsal ve kapitalist karakterini saklayan ve bize ait olmayan değerlendirmeler yapmaz, eğilimimize göre ”oligarşik devlet”, “patron ağa devleti” gibi tanımlamaları tercih ederdi.

Demek ki, devir değişti ve vatanseverlik (patriotizm) giderek devletseverliğe doğru evrilmeye başladı.

Bizim memlekette millet yerine ulus, vatan yerine yurt denildiğinde, sanki sözcüklerin içeriği de değişmektedir.

İnsanın sıla hasreti duyması, yurdunu özlemesi gibi duygular bizde genellikle vatanseverlikle karıştırılır. Her şeyi anlatan kavramlar, hiçbir şeyi anlatmaz olurlar.

Yurtseverlik de 12 Mart öncesi cuntacı/darbeci sapmanın adı olmuştur. Bugün de Kemalizm’in ya da ordunun fikri cephaneliğinin en önemli edavatıdır.

Bir an için solda bu tür sıfatların olabileceğini kabul edelim ve soralım:

1. Bir vatani solcu, çok kimliklilik, çok kültürlülük meselesine nasıl bakmalıdır?
2. Faşistler neden kendilerine faşist demez de, vatansever demeyi tercih eder?
3. Frankocular neden kendilerini vatansever ilan ederler?
4. Bir yurtsever Ermeni sorununa nasıl bakmalıdır?

Yakın tarihte, çok kimliklilik, çok kültürlülük talepleri karşısında, tektipleşmeyi savunan bütün ulusalcı, vatanperver yaklaşımlar, yaşanan bütün kıyımların, etnik temizliklerin sorumlusu olmaktadır.

Bölücü kültür olmadığından, kültürel çeşitliliğe karşı çıkmak faşizan bir refleks olarak görülmelidir. Çok kültürlülük, çok kimliklilik talepleri mi etnik boğazlaşmaya neden olmaktadır, yoksa bastırılarak tektipleşme eğilimi mi?

Bugün liberal aklın ahlakı, milliyetçi-ulusalcı yurtsever aklın faydası, özgürlükçü sol aklın da öznesi yeterince yok.

Biz Nazım’ın dediği gibi, ‘Artık şarkı dinlemek değil, kendi şarkılarımızı söylemek istiyoruz.’ Ve bu şarkıların başında da “Uyan artık uykundan uyan/ Uyan esirler dünyası” geliyor.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Ufuk Uras'ın İçişleri Bakanı ATALAY'a Akfırat Belediyesi'yle İlgili Verdigi Soru Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA,

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Beşir ATALAY tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
23.09.2009

Ufuk URAS
İstanbul Milletvekili

İstanbul’da yayınlanan ÇAĞDAŞ TUZLA GAZETESİ 27 Şubat 2009 günlü sayısında Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ın yakınları olduğu iddia edilen, Osman Maviyıldız, Ömer Faruk Maviyıldız ve Mustafa Kuzgun’a ait Tuzla Akfırat Beldesi Tepeören 775 parseldeki Saray Çiftliği’nin İski Ömerli Barajı koruma havza sınırları içerisinde, dere mutlak koruma alanında, ve kaçak olduğunu haber konusu yapmıştır.

Haberde, 775 parsel de bulunan Saray Çiftliği’nde yapılan kaçak binalara ilişkin, 19.09.2008 tarihinde yapı tatil tutanağı tutularak mühürlendiği, 16.12 2008 ve 105 sayılı Encümen kararıyla yıkım kararı verildiği, para cezası uygulandığı ve Tuzla Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulduğu ifade edilmiştir.

Aynı gazetenin,11.Eylül.2009 günlü internet sitesinde ve takip eden günlerdeki ulusal gazetelerin haberlerinde,775 parsele ilişkin tüm resmi yazışmaların parselde hisse sahibi olmayan Mehmet Kuzgun adına yapıldığı ve adı geçen şahıs hakkında Tuzla Asliye Ceza Mahkemesi’nde imar kirliliğine neden olmak suçundan dava açıldığı, böylece yargının yanıltılarak by pass edilmeye çalışıldığı iddiası yer almıştır.

Yine aynı gazetenin 18.Eylül.2009 günlü internet sitesinde ve bazı ulusal gazetelerde, 775 parseldeki Saray Çiftliğine ait kaçak binalar hakkında Akfırat Belediyesi’nin yıkım kararı olmasına rağmen, yıkımın hiç yapılmadığı,resmi tutanaklar hazırlayarak kaçak binaların yıkılmış gibi gösterildiği ve binaların bugünkü bitmiş hali fotoğraflarla haber konusu yapılmıştır. Bu bağlamda,

1. Adı geçen işletmenin ruhsatı var mıdır? Varsa, hangi kurum tarafından, hangi tarihte, kimler tarafından verilmiştir? Ruhsat kimlerin üzerinedir?

2. 775 parseldeki kaçak yapılarla ilgili olarak Akfırat Belediyesinin. tüm resmi yazışmalarına, mühürlemeye, suç duyurusuna, ve açılan davaya muhatap olan Mehmet Kuzgun bu parsele hissedar mıdır? Değilse, resmi yazışmaları bu kişiyi muhatap alarak yapan ve yargıyı yanıltanlar hakkında bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?

3. Yıkımının yapıldığı iddia edilen 775 parseldeki kaçak binaların bugün hala varlığını sürdürdüğü fotoğraflarla basında yer almıştır. Bu binaların yıkılması için hangi yasal girişimlerde bulunacaksınız?

4. Binaların sanki yıkımı yapılmış gibi gösteren resmi tutanaklar tutarak kamuoyunu yanıltan belediye görevlileri hakkında hangi yasal işlemleri başlatacaksınız?

18 Eylül 2009 Cuma

Ufuk Uras'in Vecdi Gönül'e Füze Alımları İle İlgili Verdiği Soru Önergesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI'NA

Aşağıdaki sorularımın, Milli Savunma Bakanı Sayın M. Vecdi GÖNÜL tarafından yazılı olarak yanıtlanması hususunu arz ederim.
18.09.2009

Ufuk URAS
İstanbul Milletvekili

Füze alımları gündemde. Milli Savunma Bakanlığı, Türkiye'nin ABD'den füzesavar ‘patriot’ füzeleri satın alacağına ilişkin haberler üzerine bir açıklama yaparak, ihale açıldığını, Çin ve Rusya'dan birer, ABD'den iki firmaya çağrı yapıldığını doğrulamıştı.

TSK’nın hareket yeteneğini ve silah altyapısını güçlendirme stratejisi ile, bölgedeki enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlamak için Türkiye'ye bölgesel güvenlik gücü olarak görev biçilmesi gerçeği atbaşı gidiyor. Enerji akışının bir tarafında ABD ve AB gibi merkez ülkeleri, diğer tarafında ise bölge ülkeleri var. Türkiye ise bir tür aracı konumunda.

Bu nedenle Türkiye'nin bölgesel güç olması hedefi, silah alımlarını genel bir stratejinin parçası haline getiriyor. Genelkurmay üst kadrolarının, bölgenin hem enerji nakli hem de dünya ticareti açısından ne kadar önemli olduğuna dikkat çeken açıklamaları da bu stratejinin bir parçası olsa gerek.

Bu strateji halkın büyük çoğunluğu için yeni yükler getirecektir. Sadece Türkiye değil, bütün bölge halkları için bir tehdit anlamına gelecek silahlanmaya ayrılan bu devasa kaynaklar, halkın kaynaklarından kesilmesi anlamına geliyor. Yani kaynakların eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, teknolojik araştırma-geliştirmeye, ekolojik sorunlara, kısacası insani ihtiyaçlara değil, silahlanmaya ve silah şirketlerine yönlendirilmesi gerçekleşiyor.

SORULAR:

1. Akdeniz'i, Ortadoğu’yu ve Kafkaslar'ı içine alan, bu bölgedeki enerjiyi merkeze aktarmayı öngören uluslararası bir strateji işliyor. TSK’nın da bu hedefe kilitlenmiş olduğu görülüyor. ‘Güçlü ordu, güçlü Türkiye’ şiarı bu nedenle mi yükseltiliyor?

2. Türkiye, geçtiğimiz yıl silahlanmaya yaklaşık 13 milyar dolar harcadı. Kaynakların silah sanayisine aktarılmasıyla, üretimini arttıramayan bu ülkede maliyet halka çıkmıyor mu? Bu, daha az ücret, daha az taban fiyat, daha az sosyal hizmet, sağlık, eğitim demek değil midir?

3. Balistik füzelere karşı savunma yapma gereği nereden doğmuştur? Türkiye Cumhuriyeti'nin bu konudaki tehdit algılaması nedir?

4. Söz konusu sistemlerin Türkiye'ye yerleştirilmesi ile ABD'nin Çek Cumhuriyeti ve Polonya'ya yerleştirmeyi planladığı füze kalkanı projesinden geri adım atması arasında bir ilişki var mıdır?

5. Bu sistemlerin Türkiye Cumhuriyeti'ne maliyeti ne olacaktır? Bu maliyet nasıl karşılanacaktır?

6. Bu sistemlerin finansmanında NATO ve/veya AB ve/veya ABD fonları/kredileri/hibesi kullanılacak mıdır? Bu durumda bu sistemler üzerinde TSK'nın denetim ve kontrol hakları sınırlanacak mıdır? Bu sistemlerin ulusal siyasi ve askeri irade dışında, örneğin NATO veya İncirlik’te olduğu gibi ABD inisiyatifiyle kullanılması olasılığı var mıdır?

7. İhale sürecine hangi şirketler davet edilmiş, bu davete hangileri icabet etmiştir veya etmeyi planladığını açıklamıştır?

8. Rusya Başbakanı Putin'in ziyareti sırasında S-300 veya S-400 füzelerinin alımı konusunda bir pazarlık yapılmış mıdır? Enerji nakli ile silah sistemleri tedariki arasında bir ilişki kurulmuş mudur?

9. Tek kalemde büyük bir rakama ulaşacak bu alım, Türkiye'nin dış siyasetinde bir değişiklik yaratacak mıdır? Bu konuların Meclis’te tartışılması planlanmakta mıdır?

10. Ulusal savunma sanayi bu alımdan bir pay alacak mıdır? Belli iş paketlerinin Türkiye'de yerli olarak üretilmesi söz konusu mudur? Öyleyse, hangileridir ve hangi firma gruplarını etkileyecektir?

10 Eylül 2009 Perşembe

Afet Öncesi de, Sonrası da Yönetilemiyor...

Trakya ve İstanbul’a yıllardır görülmemiş yoğunlukta yağmurun yağmasıyla meydana gelen felaket hepimizi derinden üzdü, bir kez daha “Bu duruma neden düştük” sorusuna yol açtı.

Plansız ve çarpık yapılaşma, doymak bilmeyen rant hevesi, ardı arkası kesilmeyen taammüden felaketlere yol açıyor. Dün depremdi, bugün sel.

Suyun yolu kapatılmış, denize ulaşamıyor. Bataklık ve sulak alanlar kurutulup iskana açılıyor. Taşkın alanlarında ve dere yataklarında yapılaşmaya göz yumuluyor. Islah ediyoruz diye, binlerce yıllık dere yatakları daraltılıp üstü kapatılıyor. Kuruyan derelerin işlevi kalmadı sanılıp haritadan siliniyor. Böylece felakete zemin hazırlanıyor.

Olanlara ‘son seksen yılın en yoğun yağışı görüldü’ diyerek mazeret aranamaz. Sorumlusu plansız şehirleşmeye ve sınırsız rant hırsına göz yuman merkezi ve yerel yönetimler.

Ne gelmekte olan tehlikeyi görme, ne de yaşanmakta olan afeti yönetme becerisine sahip olmayan yönetimler bu durumun sorumlusudur. Yurttaşın mal ve can güvenliğini sağlayacak planlı, denetimli, doğa ile uyumlu bir yapılaşmayı ve kent yönetimini gerçekleştirmedikleri için sorumludurlar.

Ekmeğini çobanlıktan çıkaran bir aileyi dere yutuyor. Yedi kadın işçi fabrikanın önündeki “tekerlekli servis tabutu”nda boğuluyor. Yorgun şoförlere, sulak alana kondurulmuş otopark mezar oluyor. Bu ruhsatlı ve ruhsatsız cinayettir, kader değil.

  • Yurttaşların maddi ve manevi zararları karşılanmalı, yaralar hemen sarılmalıdır.

  • Derelerin önü açılmalı, atıklar önlenmeli, taşkın alanlarında yapılaşmaya son verilmelidir. Her taraf betonla sıvanmamalı, toprağın suyu emmesine imkan sağlanmalıdır.

  • Yerleşim ve yapılaşma politikaları bu afetlerin verdiği dersle yeniden ele alınmalıdır.

  • Plansız, denetimsiz, kalitesiz, çarpık yapılaşma ve doğa talanına son verilmelidir.

  • Yerel yönetimler kentleşme, planlama, yapı, denetim, su, çevre, meteoroloji, vb. alanlarda uzman kurumlarla işbirliği yapmalıdır.

Ufuk URAS İstanbul Milletvekili

10 Eylül 2009